SAYFALARIM |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Birbirinden güzel masallar burada..!
ASLANIN NASİHATİ
Bir zamanlar bir kurt varmış pek tembel,
Avını beklermiş mağarasında.
Bazen bir tepede çekermiş gazel,
Kalırmış çoğu kez açlık yasında…
Bir gün bir arslan oradan geçerken,
Görmüş dağ başında bu garip kurdu.
Varmış yanına ve hal hatır derken,
Bakmış kurdun çökmüş karnı, avurdu.
Demiş: “Nedir bu halin ey arkadaş,
Niçin böyle çelimsizsin zayıfsın.
Yoksa hasta mısın nedir bu kardaş,
Söylemezsen derde derman bulmazsın…”
Kurt demiş: “Yok bir derdim arslan kardeş,
Avlanma zorluğu beni ürküten…
Yiyeceğim valla bulsam kokmuş leş,
Bilmiyorum bu korkum niçin, neden…”
Arslan demiş: “Bu tembellik pek acı,
Yenmelisin bu kötü duyguyu sen.
Çalışmaktır bu derdin tek ilacı,
Tez zamanda düzelirsin istersen.”
Kurt dinlemiş nasihatı iyice,
Sonra çıkmış av için mağaradan.
Şöyle birkaç av bulup da yiyince,
Ölgün vücuduna can gelmiş birden.
Bir gün arslan ile karşılaşınca,
Teşekkür etmiş ona pek derinden.
Arslan bakmış ona inceden ince,
Neşe akarmış kurdun gözlerinden.
Arslan demiş: “Ha şöyle, böyle dinç ol,
Tembellik bir kula hepten zarardır.
Zordur deme kalk rızkını arabul,
Zorlukla beraber kolaylık vardır…”
Hak vermiş kurt arslanın öğüdüne,
Gayret, azim canlara can olurmuş.
Minik zorluklardan kaçar birine,
Belki de bu âlem zindan olurmuş…
MEHMET ERDOĞAN
DEVENİN GÖLGESİ
Bir zamanlar deve hükümdar imiş,
Hayvanların hükümdarı elbette.
Ama kimse ondan memnun değilmiş,
Çünkü hakkı görüyormuş kuvvette.
Böyle olmasına rağmen bu deve,
Yalan söyleyeni asla sevmezmiş.
"Bir hayvan ne kadar da acı çekse,
Asla yalan söylememeli!" dermiş.
Ama buna rağmen nice dalkavuk,
Bu zorbaya yağ çekermiş bitevi.
Çevresinde sallarlarmış hep kuyruk,
Yalancılar onu sarmış bir nevi.
Bir gün deve kurtulmak için bundan,
Bir toplantı düzenlemiş yaz günü.
Her yer ışıl ışıl, güllük gülistan,
Duyulmuş çok yerde o günün ünü.
Millet gelmiş diz kırıp boyun bükmüş,
Toplanmışlar büyükçe bir meydanda.
Devenin boyu hepsinden büyükmüş,
Herkesi görürmüş baktığı anda.
Demiş: "Bugün bir sınav yapacağım,
Sonunda mükafat ve ceza vardır.
Yalancıyı bu yurttan atacağım,
Bizden göreceği sade zarardır."
Doğru sözlü olan ödül alacak,
En güzel şeyler de onundur artık.
Çevresi hizmetçilerle dolacak,
Yalan yok sözümüz kanundur artık."
Böylece söylemiş deve kuralı,
Bütün hayvanlar kabul etmiş bunu.
Hepsi bekliyormuş o zor suali,
Neymiş acaba bu zor olan soru?
Deve şöyle ortaya çıkmış ve de,
İşaret etmiş uzun gölgesini.
Demiş: "Ne görüyorsunuz gölgemde,
Söyleyin doğrusunu, eğrisini?"
Dalkavuklar başlamış konuşmaya,
Demişler: "Ah ne eğrisi efendim.
Bakın ne kadar düzgün olduğuna,
Cetvelle ölçülür bu santim santim."
Ama doğrular gerçeği söylemiş:
"Eğri büğrü bir şekildir gölgeniz."
Diyerek hepsi de boynunu eğmiş,
"Doğru budur ceza verseniz de siz."
Deve dönmüş dalkavuklara ve de,
Demiş: "Hepiniz bu vatandan gidin,
Görünmeyin bir daha bu ülkede,
Kalbinizde doğruluk yoktur sizin!"
Dalkavuklardan biri öne çıkmış,
Demiş ki: "Ey kralımız suçumuz ne?”
Deve ona dönüp sertçe bir bakmış,
Üç cümleyle nokta koymuş sözüne.
Demiş: "Bire ahmak, suçunuz yalan,
Sahte bir söz kalpte değer bulur mu?
Vücudunda birçok eğrisi olan,
Birinin gölgesi doğru olur mu?"
MEHMET ERDOĞAN
UYSAL KEDİ
Tekir kedi pek uysalmış,
Uysallıkta ödül almış.
Bu yüzden herkes onunla,
Dalga geçermiş oyunla.
Bazısı vurup kaçarmış,
Üstüne toprak saçarmış
Kimisi vurup başına
Ortak olurmuş aşına.
Oyuncak olmuş ellerde,
İsmiyse "uyuz" dillerde.
Bir gün köpek onu görmüş,
Yanına varıp yürümüş.
Ona vurmaya başlamış,
Lâf ile epey haşlamış.
Tekir kedi hep sabretmiş,
Aldırmadan çekip gitmiş.
Ama köpek bu, durur mu?
Isırmış sağını solunu
Kedi kaçmış, o yürümüş,
Gözünü öfke bürümüş.
En son kedi pek mecâlsiz
Köşeye sıkışmış hâlsiz
Köpek, “Fırsat budur.” demiş
Her yanını hep dişlemiş.
Kedi bakmış iş çetindir,
Köpek ise pek haindir.
Hem ısırıp sırıtıyor,
Zevk ile de kırıtıyor.
Kaçacak yer de hiç yokmuş,
Kedi artık yayda okmuş.
Köpek ise işkencede,
Bakmadan vurmuş yine de.
Kedi bir anda fırlamış,
Köpek havlamış hırlamış.
Kedi üstte o alttaymış,
Bir de ona lâflar saymış.
En son köpek kaçmış ordan,
Yara almış şurdan burdan
Kedi kazanmış savaşı,
Bunu duymuş bütün çarşı.
Merak ederek sormuşlar,
Etrafını hep sarmışlar.
Demişler bu nasıl oldu,
Olay nasıl vuku buldu.
Kedi anlatmış olayı,
Şaşmış çarşının alayı.
Biri demiş: "Sen uysaldın,
Nasıl vahşi şekil aldın?"
Kedi demiş: "Bu pek açık,
Ben uysalım değil kaçık."
Sıkışınca bir an gelir,
Kedi de arslan kesilir!
MEHMET ERDOĞAN
AVA GİDEN
Bir zaman ormanda, bir aslan varmış.
Her gün mutlak, bir hayvanı avlarmış.
Bunu gören orman halkı demişler:
"Aslan kardeş bu nasıl av, ne işler?"
Aç olsan da tok olsan da avdasın,
Maşallah besili hem de tavdasın.
Fakat bu düşkünlük, bu av sevdası,
İyiye alâmet değil doğrusu.
Aslan demiş: "Ben böyleyim a dostlar,
Av ile semirdim, parladı postlar.
Avsız günüm, bana cidden zindandır.
Ne olacak, aldığım bir tek candır.”
Herkes kızgın, demiş zâlim aslana:
"Aslan, iyi sonuç vermez bu, sana."
Aslan, sırıtmış ve yürümüş gitmiş.
Bu kısa konuşma, burada bitmiş.
Yine günlerden bir gün, aslan avda…
Yine besili, hem vücudu tavda.
Yavaşça yaklaşmış, ala ceylâna.
Bakmış, kor gibi gözleriyle ona.
O sırada bir avcı da ordaymış.
Ceylanı vurmak için pusudaymış.
Tetiği çekmiş, ama karavana…
Bir ses duyulmuş o an yana yana.
Avcının kurşunu, ceylânı ıska,
Geçerek ulaşmış zâlim aslana.
Hayvanlar toplanmış, birden o yerde.
Şaşkınlık ve hayret varmış gözlerde.
O an, öne çıkmış ihtiyar kurt ve
Demiş: "Kader adâlet eder böyle.
Sanma zâlim, her gün yer ve tavlanır,
Bir gün gelir; ava giden avlanır."
Mehmet ERDOĞAN
ARSLANIN NASİHATİ
Bir zamanlar bir kurt varmış pek tembel,
Avını beklermiş mağarasında.
Bazen bir tepede çekermiş gazel,
Kalırmış çoğu kez açlık yasında…
Bir gün bir arslan oradan geçerken,
Görmüş dağ başında bu garip kurdu.
Varmış yanına ve hal hatır derken,
Bakmış kurdun çökmüş karnı, avurdu.
Demiş: “Nedir bu halin ey arkadaş,
Niçin böyle çelimsizsin zayıfsın.
Yoksa hasta mısın nedir bu kardaş,
Söylemezsen derde derman bulmazsın…”
Kurt demiş: “Yok bir derdim arslan kardeş,
Avlanma zorluğu beni ürküten…
Yiyeceğim valla bulsam kokmuş leş,
Bilmiyorum bu korkum niçin, neden…”
Arslan demiş: “Bu tembellik pek acı,
Yenmelisin bu kötü duyguyu sen.
Çalışmaktır bu derdin tek ilacı,
Tez zamanda düzelirsin istersen.”
Kurt dinlemiş nasihatı iyice,
Sonra çıkmış av için mağaradan.
Şöyle birkaç av bulup da yiyince,
Ölgün vücuduna can gelmiş birden.
Bir gün arslan ile karşılaşınca,
Teşekkür etmiş ona pek derinden.
Arslan bakmış ona inceden ince,
Neşe akarmış kurdun gözlerinden.
Arslan demiş: “Ha şöyle, böyle dinç ol,
Tembellik bir kula hepten zarardır.
Zordur deme kalk rızkını arabul,
Zorlukla beraber kolaylık vardır…”
Hak vermiş kurt arslanın öğüdüne,
Gayret, azim canlara can olurmuş.
Minik zorluklardan kaçar birine,
Belki de bu âlem zindan olurmuş…
Mehmet ERDOĞAN
DİLİN KÖLELİĞİ
Bir zamanlar ormanda bir papağan yaşarmış,
Her gün konuşur durur, coşar ve de taşarmış.
Yalnız onun kusuru dedikodu, gıybetmiş,
Bu sebepten ne kadar dost, arkadaş kaybetmiş.
Her gün bir olay olur, her gün kusur işlermiş,
Sonra da 'Bu dert neden başıma geldi?' dermiş…
Ömrü hapiste geçmiş bizim şu gevezenin,
Hakkında konuşurmuş ulu orta herkesin…
Bazen ona çatarmış, bazen buna çatarmış,
Her şeyi birbirine karıştırır katarmış…
Ama bunun acısı çıkarmış biraz sonra,
Düşermiş bay papağan her sözü ile dara.
Bir gün bu durumunu bilge tavusa sormuş,
Derdi içini yakan bir alevmiş, bir kormuş…
"Hayatım kölelikle geçti ey bilge tavus,
Beni bu hâle söyle düşüren hangi husus…"
Böyle yakınmış durmuş bay papağan sitemle,
Nedir benim kusurum ve bunun çaresi ne?
Bilge tavus dinlemiş onu pek uzun zaman,
Sonra ona derdini güzelce etmiş beyan.
Demiş: "Senin kusurun çok konuşmak arkadaş,
Onun için ömrünce sana dert olmuş yoldaş."
Böyle kusurların da çaresi tek bildiğim,
Boş konuşmamak ancak, konuşmak hikmet, ilim.
Hele hele sırrını başkasına söylersen
Esir olmaktan asla kurtulmazsın dostum sen…
Eğer hikmetli bir söz yoksa söyleyeceğin,
Sus, konuşma, hayırsız sözler etmesin dilin.
Böyle anlar dilini hapset ağzın içine,
Düşme bir ömür asla dilin köleliğine.
Mehmet Erdoğan
DEVENİN GÖLGESİ
Bir zamanlar deve hükümdar imiş,
Hayvanların hükümdarı elbette.
Ama kimse ondan memnun değilmiş,
Çünkü hakkı görüyormuş kuvvette.
Böyle olmasına rağmen bu deve,
Yalan söyleyeni asla sevmezmiş.
"Bir hayvan ne kadar da acı çekse,
Asla yalan söylememeli!" dermiş.
Ama buna rağmen nice dalkavuk,
Bu zorbaya yağ çekermiş bitevi.
Çevresinde sallarlarmış hep kuyruk,
Yalancılar onu sarmış bir nevi.
Bir gün deve kurtulmak için bundan,
Bir toplantı düzenlemiş yaz günü.
Her yer ışıl ışıl, güllük gülistan,
Duyulmuş çok yerde o günün ünü.
Millet gelmiş diz kırıp boyun bükmüş,
Toplanmışlar büyükçe bir meydanda.
Devenin boyu hepsinden büyükmüş,
Herkesi görürmüş baktığı anda.
Demiş: "Bugün bir sınav yapacağım,
Sonunda mükafat ve ceza vardır.
Yalancıyı bu yurttan atacağım,
Bizden göreceği sade zarardır."
Doğru sözlü olan ödül alacak,
En güzel şeyler de onundur artık.
Çevresi hizmetçilerle dolacak,
Yalan yok sözümüz kanundur artık."
Böylece söylemiş deve kuralı,
Bütün hayvanlar kabul etmiş bunu.
Hepsi bekliyormuş o zor suali,
Neymiş acaba bu zor olan soru?
Deve şöyle ortaya çıkmış ve de,
İşaret etmiş uzun gölgesini.
Demiş: "Ne görüyorsunuz gölgemde,
Söyleyin doğrusunu, eğrisini?"
Dalkavuklar başlamış konuşmaya,
Demişler: "Ah ne eğrisi efendim.
Bakın ne kadar düzgün olduğuna,
Cetvelle ölçülür bu santim santim."
Ama doğrular gerçeği söylemiş:
"Eğri büğrü bir şekildir gölgeniz."
Diyerek hepsi de boynunu eğmiş,
"Doğru budur ceza verseniz de siz."
Deve dönmüş dalkavuklara ve de,
Demiş: "Hepiniz bu vatandan gidin,
Görünmeyin bir daha bu ülkede,
Kalbinizde doğruluk yoktur sizin!"
Dalkavuklardan biri öne çıkmış,
Demiş ki: "Ey kralımız suçumuz ne?”
Deve ona dönüp sertçe bir bakmış,
Üç cümleyle nokta koymuş sözüne.
Demiş: "Bire ahmak, suçunuz yalan,
Sahte bir söz kalpte değer bulur mu?
Vücudunda birçok eğrisi olan,
Birinin gölgesi doğru olur mu?"
Mehmet ERDOĞAN
MERKEP İLE DEVE
Bir merkeple bir deve, yürür giderken yolda,
Ayrılıp kafileden, kalırlar tam başıboş.
Sahralara çöllere düşüp de en sonunda
Bir otlak bulurlar ki yeşil, sulu ve pek hoş.
Keyiflice yer içer, safalıkla geçerler.
Miskin merkep otlakta, bularak kıvamını,
Yükseklerde âşıkça şöyle anırayım, der.
Geldi ya zevke, artık, tutabilsen tut onu.
Der ki deve, korkarak: "Aman kardeş, dur hele,
Değildir şarkıcılık taslamanın zamanı.
Türküler söyleyerek verirsin bizi ele,
Bakarsın buralardan bir geçen olur hani."
"Hay korkak kardeşim!" der, kendinden geçmiş hayvan,
"Âşık hâlini bilmez, anlamazsın hiç aşktan.
Şu anda derya gibi yüreğimdir tutuşan,
Coşkuluyum ki sorma, aşkım taştı kabından.
İrademin dizgini, kaçıp gitti elimden,
Başımdan uçtu artık, korkup ürkme belâsı."
Bir çığlık koyverir, çirkin sesiyle en son,
Yeri göğü inletir, merkebin bed sedası.
Yol yakınmış ve oradan geçiyormuş bir kervan.
Bu bed sesi duyar biri aralarından
"Burda köy varmış." derler, giderler yanlarına,
Ve merkeple devenin okurlar canlarına.
Tutup katar ederler, yük yükleyip giderler. Deve:
"Ey kardeş, sana ben demedim miydi?" der,
"Çekmedim miydi ben, bu sıkıntının gamını?
Ver verebilirsen bu sorunun cevabını.
Ne hâl kalacak bizde, bundan sonra, ne derman,
Bol bol yük taşıyarak, olacağız perişan!"
Bir süre sonra merkep, düşünür, ölçer biçer
Kurtulmak için yükten, kendince bir yol seçer.
Yürürken ağır aksak, vurur taşa ayağı,
Üç ayakla kalışı, yarar işe bayağı.
Aksayan ayağında dolaştıkça acılar,
Merkebin durumunu görürler kervancılar.
Taşıdığı yükleri az görerek devenin,
Derler ki: "Deveye, merkebi de yükleyin!"
Garip deve merkebin hilesini anlar ya,
Katlanarak yine de, bilmez görünür güya.
Çıkar kervanın yolu, sarp ve büyük bir dağa,
Bakar zavallı deve bir sola, bir de sağa.
Acayip uçurummuş koca dağın bir yanı,
Gören, yerin dibini buldum sanırmış hani.
O anda el sallayıp ayağını vurarak
Deve dans etmek ister, olup birden şen şakrak.
Demiş merkep telâşla: "Hay can dostu, neylersin?"
Deve gayet rahatça: "Ey kaltaban ne dersin?
O hoş nağmeli sesin, kulağımda kalmıştı.
Gönül açıcı hâli, beni benden almıştı.
Sarp dağın tepesine şimdi birden çıkınca,
Gözeterek etrafı, şu âleme bakınca,
Tazelenip o hâller, gönlüm coştu apansız,
Zıplayıp dans edesim geldi böyle zamansız."
Merkep: "Hay can dostu, burası değil tekin!"
Deve: "Coşup şarkılar söylemeseydin demin,
Ben de şimdi burada, dans edip oynamazdım.
Ve derya gibi böyle, ciğerden kaynamazdım."
Diyerek, birdenbire, başlar da oynamaya
Fırlar merkep, devenin üzerinden havaya.
Zavallı merkep azap ve inleyişle der ki:
"Ben şarkıyı vakitsiz söyledim belki,
Ama sen de çok tuhaf oyun oynadın bana."
Bu gülünç hikâyeyi atmamalı yabana:
Demek ki, önemi çok, yerin ve de zamanın,
Faydası yok sonradan âh edip ağlamanın.
Ne olacak kaynasan, ille taşmak mı gerek?
Kapılıp boş hevese, haddi aşmak mı gerek?
A. Vahap AKBAŞ
TİLKİ İLE KEKLİK
Dolaşırken tilki, bir keklik görür,
Geçip karşısına, öylece durur.
Başlar hayranlıkla kekliği seyre,
Tilkinin hâlini gören keklik de:
"Ne gördün ki böyle, ey can dostu sen,
Bana hayran hayran bakışın neden?"
"Ey güzeller şahı!" der kurnaz tilki,
"Benim sözlerime inanmazsın ki...
Güzel gözlerine yandım ki sorma,
Yaman bakışına kandım ki sorma!
Çok güzelsin, Hak nazardan saklasın.
Düşünüyorum da gözünü yumunca
Yine böyle güzel ve tatlı mısın?
Hani bir de öyle görünsen bana."
Keklik "N'olacak" der, gözünü yumar,
Tilkinin seyredeceğini umar.
Nicedir avını kollayan tilki
Hemen şahin gibi kapar kekliği.
Düşünen dertli kuş, der ki tilkiye:
"Ey bilgili avcı, kurnaz oyuncu!
Yüzlerce aferin, binlerce övgü...
Haberin olsun ki, şahlara lokma
Ve padişahlara yemeğim ama
Mevlâ'm sana kısmet etti bir kere.
Telâş ve acele etme boş yere,
Böyle bir nimete şükret evvelâ
Ondan sonra ye iştah ve huzurla."
Tilkiyi bu sözler epey etkiler,
"Evet, evet, doğru olan budur." der,
Ve şükretmek için ağzını açar
Açılan ağızdan, keklik pırr uçar.
Tilki bozularak "Bir ders olsun!" der,
Kurtulan keklik de "Bir ders olsun!" der,
"Uykusu gelmeden gözünü yumana!"
Gaflet bağlamasın gözünü sakın
Çünkü açıkgözler pusuda durur.
Çokları azıcık gaflet yüzünden
Nice acıların tutsağı olur.
A. Vahap AKBAŞ
Yağmurlu Tavuk, Bakla ve Kavuk
Vaktiyle kötü sözlü bir adamcık yaşarmış,
Konuştuğunda bütün herkes buna şaşarmış.
Millet dalga geçtikçe tak etmiş ki canına,
Dayanamayıp varmış bir bilgenin yanına.
Anlatmış ahvâlini demiş çaresi nedir?
Bu kötü durum bana, alında bir lekedir.
Bilge demiş baklayı, koy dilinin altına,
O sana hatırlatır, hiç güvenme aklına!
Günler gelip geçtikçe, dili düzeliyormuş.
Bilge nereye varsa peşinden gidiyormuş.
Yine bir gün yürürken sicim gibi yağmurda,
Bir kız çıkıp balkona, bekleyin demiş burda.
İnsanlık adâbıdır, bir köşede beklemiş,
Islandıkça yağmurda içten içe kızarmış.
Derken yağmur kesilmiş, çıkıp kız gülümsemiş,
Çok teşekkür ederim gidebilirsiniz demiş.
Bilgede hâl kalmamış demiş ne ki hikmeti,
Bunca yağmur altında, çektirdin bu zahmeti?
Yanakları kızarıp, kız birazcık utanmış,
Şu iki beyit ile meseleyi anlatmış:
Siz buradan geçerken annem söyledi demiş
Sonra da hikâyeyi güzelce özetlemiş:
Sonra pişman olmazsın tepeli olur "tavuk"
Koyarken kuluçkaya eğer görürsen "kavuk"
Bilge çok sinirlenmiş, aklı ermemiş buna
La havle çekip önce, sonra dönmüş dostuna:
Senin sözlerinden, hak etti bu tatmayı
Sırası gelmiştir, ÇIKAR AĞZINDAN BAKLAYI!
Adam ya sabır demiş, sabrın sonu tatlıdır
Bunda da var bir hayır, belki çocuk haklıdır.
Bilge çok utanmış hatasını anlayınca
'Helâl be dostum!' demiş, cayma zorda kalınca!
Sedat Meydan
ZÜMRÜDÜ ANKA MASALI
Bir varmış, bir yokmuş. Az gidilen uz gidilen dere tepe düz gidilen vadinin orta yerinde Oyma Pınar adı verilen bir köy varmış. Bu köyün halkı masallarda bile eşine zor rastlanır bir mutluluk içinde huzurlu mu huzurlu bir hayat sürerlermiş.
Bu köyde Satı teyze isminde bir teyze ve Koçak isminde bir de oğlu yaşarmış. Koçak bir gün akşam annesinden kendisine bir masal anlatmasını istemiş. Annesi de başlamış anlatmaya. Zümrüdüanka kuşundan, Sultan Elması'ndan ve başka dünyalardan haber vermiş. Tabiî bizim Koçak başlamış hayâl kurmaya. Zümrüdüanka kuşunu düşünmüş, Sultan Elması’nı düşünmüş. Bir gün ormana oduna gitmek için yola koyulmuş. Koyulmuş da, işte ne olmuşsa o zaman olmuş, Koçak bir de ne görsün... Bir kanadı garpta bir kanadı şarkta, rengi yemyeşil parlaklığı göz kamaştıran güzel mi güzel bir kuş görmüş. Önce korkmuş, sonra kuşun: "Korkma yaklaş!" demesiyle korkusu gitmiş ve yaklaşmış. Kuş:
- Ben Zümrüdüanka kuşuyum. Eğer Sultan Elması'na kavuşmak istiyorsan söylediklerimi yapmak zorundasın. Koçak hemen atılmış:
- Sultan Elması için elimden gelen her şeyi yaparım.
- O hâlde iki şişe şerbet ve bir de terimi silmek için yumuşak bir havlu al ve gel.
Koçak Zümrüdüanka kuşunun söylediklerini yerine getirmiş ve Zümrüdüanka kuşunun sırtına binerek gözlerini kapatmış.
Zümrüdüanka kuşu:
- Ben gözünü aç diyene kadar sakın gözünü açma. Yoksa ikimiz de yanarız, demiş ve birinci şişe şerbeti içmiş. Her kanat çırpışında bin yıllık yol almış ve üçüncü kanat çırpışından sonra bir yere konmuş. Neden sonra Koçak'a 'Gözlerini aç.' demiş. Koçak gözlerini açmış ki bir de ne görsün, dünyada görmediği ışıltılar, parıltılar... Hangi yana bakacağını şaşırmış. Zümrüdüanka kuşu Koçağı çağırmış ve 'Bak Koçak, şu karşıda görünen kapıdan içeri gireceksin ve doğruca yürüyeceksin. Önünde bir masanın üzeninde üç tane birbirinden parlak ve göz alıcı elmas göreceksin. Senin aradığın ve bildiğin Sultan Elması, elmasların ortasındakidir. Sakın unutma, sadece Sultan Elması'nı alacaksın. Diğer iki elmasa dokunmayacaksın.' diye tembih etmiş. İçeriye giren Koçak nefsine hakim olamamış. Sözünü unutarak diğer iki elması da almış ve gömleğinin içine saklamış. Geri dönüp Zümrüdüanka kuşunun yanına gelmiş. Zümrüdüanka kuşu son bir kere daha sormuş Koçak'a:
-Yalnız Sultan Elması'nı aldın değil mi?
- Evet, yalnız Sultan Elması'nı aldım.
Zümrüdüanka kuşu ikinci şişeyi de içmiş ve kanat çırpmış. Birinci ve ikinci kanat çırpışlarında biner yıllık yol almış, ama bir türlü üçüncü kanat çırpışını gerçekleştirememiş. Koçak'a tekrar sormuş:
- Yalnızca Sultan Elması’nı aldın değil mi?
Koçak yine:
- Evet yalnız Sultan Elması'nı aldım, yoksa bana güvenmiyor musun, demiş. Bu durumdan hiçbir şey anlamayan Zümrüdüanka kuşu gücünün son damlasına kadar gayret edip üçüncü çırpışı da gerçekleştirmiş ve Koçak'ın yaşadığı yere gelmişler. Gelmişler gelmesine ama Zümrüdüanka kuşunun da canı iyiden iyiye yanmış. Koçak inip de yürümeye başlayınca apansız gömleğine sakladığı diğer elmaslar düşüvermiş. Buna çok sinirlenen Zümrüdüanka kuşu, Koçak'a kanadıyla öyle bir darbe indirmiş ki indiriş o indiriş. Koçak'ın elinden düşen elmaslar bin parçaya bölünmüş. İş bu kadarla kalsa iyi üstüne üstlük Koçak'ın gözünün biri de kör olmuş ve böylece aç gözlülüğünün cezasını çekmiş. Masalımız da burada bitmiş. Gökten üç tane gül düşmüş... Birisi bu masalı uydurana, birisi bu masalı okuyanlara, diğeri de...
Neyse onu da siz hediye edin birilerine...
Bir dahaki masalımıza kadar çiçek gibi kalın gül tanelerim...
Güler BULUT
TİLKİ İLE ÜZÜM
Bir gün asmada üzüm,
Salkım salkım sarkarmış.
Bir tilki süklüm püklüm,
Aç aç ona bakarmış.
Bir sıçramış üzüme,
Olmamış ve bir daha.
Gitmiş gayreti güme,
Erememiş salkıma.
Sonra son bir gayretle,
Bir daha zıplamış ya.
Bakmış dala hayretle,
Üzümü almak rüya.
Tilki bu altta kalmaz,
Kurnazlıkta birinci.
Demiş bu üzüm yenmez,
Biliyorum ekşiydi.
Mehmet ERDOĞAN
ENSESİ KALIN
Bir gün aslan kral bir haber salmış,
"Orman halkı toplansın, gelsin." demiş
Hayvanları bir heyecandır almış,
Ama kralın keyfi yerindeymiş.
Bütün hayvanlara bakmış ve sormuş,
"Buraya niçindir sizi çağırmam,
Bilen var mı?" deyip beklemiş, durmuş;
Ama hiçbirinde yokmuş tek kelam.
Aslan kral demiş: "Çağrı sebebim:
Bir yarışmadır, bir vücut ölçüsü.
Kimin boynu kalın bir öğrenelim,
Kimdir bu ormanın en güçlüsü?"
Tek tek ölçmüş hayvanların boynunu
Farklı farklı ölçülermiş her biri
Nihayet yanına çağırmış kurdu,
Bakmış onun boynu hepsinden iri.
Birinci olarak kurdu seçmişler,
Onu alkışlamış bütün hayvanlar.
Şerefine et yiyip, su içmişler,
Bu şenlikle neşelenmiş ormanlar.
Fakat aslan bu işi merak etmiş,
Demiş ki: "Toplanın bir sorum vardır?"
Bir sual aklına birden tak etmiş,
Bu işte gizemli bir durum vardır.
Sonra kurda dönmüş: "Bu kalın ense,
Nasıl oluşturdun söyle bu sırrı.
Bir hayvan günlerce et kemik yese,
Yine de oluşmaz bunun yarısı."
Kurt demiş: "Bu kolay bir soru bana,
Bir av bulsam mutlaka hemen kaparım.
İş buyurmam ben asla şuna buna,
Kendi işlerimi kendim yaparım."
Mehmet ERDOĞAN
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 22 ziyaretçi (29 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|
|
|
|